İSTEMEM
Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim,
Neyleyim sensiz ben dünyayı?
Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,
meltemi istemem.
Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar,
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.
Bülbüller söyleyecekse seni söylesin,
Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.
Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,
Sılası sen olmayan gurbeti istemem, vatanı istemem.
Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.
Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,
Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.
Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,
Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden.
Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem.
Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un.
Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem.
Ben bir garip yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kağıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…
Fatih Sultan Mehmet
MİRAÇ
Kapatın gözlerinizi
Ve karanlığı seyredin.
İşte böyle bir gece.
Mekke’de bir gece
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Simsiyah bir sessizlik
Uyku bile uykuda.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Yıl hüzün yılı
Ebu Talib yok
Yıl hüzün yılı
Vefakâr eş
Haticetül kübrâ yok.
Kâbe’nin hatîm kısmında
Yanı üzre yatan biri var
Teselli arayan kalp
Hüzünle çarpan kalp
O’nun kalbi.
Ve ayak sesleri
Yıldızlar ışıldıyor.
Bu ayak sesleri göklerden
Yol veriyor yıldızlar.
Semâdan inenler var.
İzin verseydi Allah
Kâinat inerdi yere
Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan
Sultân-ı levlâk’tır.
Habîb-i zîşândır o
Nur-u hüda’dır.
Merhamet ufkunun nazlı güneşi
Kainatın biricik çiçeğidir o.
İzin verseydi allah
Âlemler inerdi yere
Oysa emir yalnız cebrail’e
Ve yalnız cebrail iner yere
Kalk ya rasulallah
Semada melekler seni bekler
Taif’te taşlanan yüzüne hasret
Alaya alınan sözüne hasret
Seni bekler melekler.
Yer yüzünde vefa yok mu?
Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.
Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?
Davetini hafife mı aldılar?
Üzülme ve aç gözlerini
Öteler bekliyor seni
Bu gece kainat adını anacak,
Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.
Burak, senin için uçacak.
Aç gözlerini ya habiballah
Bu gecenin adına isra diyecek allah.
Ey yedi kat sema aç kapılarını,
Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere
Deki hazreti Adem’e;
Cennetin kapısına adı yazılan
İsminin hatrına af istediğin
Salih oğul geliyor.
Söyle İsa’ya:
Kuytu köşelerde
Havarilerinle Allah’a sığınırken,
Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın
Ve insanlığa gelişini müjdelediğin
Ahmet geliyor.
Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle
Musa’ya deki:
Vasıflarına hayran olup da
Ümmetinden olmak istediğin
Salih kardeş geliyor.
Müjde ver İbrahim Peygamber’e:
Dua dua yalvarıp
Gelmesini istediğin oğul geliyor
Aç kapılarını ey yedi kat sema
Bu gelen Muhammed Mustafa
Cebrail yol gösterir
Ve yürür sultanlar sultanı
Bu nasıl bir yürüyüştür.
Bu nasıl bir eda?
İnci inci ter mübarek alınlarında
Baştan ayağa edep var
Attığı her adımda.
Sultanım,
Cennetler gösterilirken o gece
Ümmetini hayal ettin mi cennette?
Cehennemin alevleri selamlarken seni,
Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?
Ümmetim dedin mi?
Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok
Tahiyyat duası haber verdi bize
Sen bizi hiçbir yerde
Hiçbir zaman unutmadın
İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.
Allah seni unutturmasın bize.
Bir söz sultanının dediği gibi
Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme
Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu
Talaal bedru aleyna diyeceğiz.
Miraç gecesi
Yürüdü rasulullah
Cebrail önde
Bir gece yürüyüşüyle
Yürüdüler… Yükseldiler.
Yükseldikçe yükseldiler.
Cebrail durdu birden,
Ya rasulallah, benimle buraya kadar.
Efendimiz niçin diye sordu
Burası sidre-i münteha’dır
Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.
Allah rasulu, sordular:
Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?
Cibril-i emin cevap verdi:
Aşkla!
Aşkla gidilir ya rasulallah
Aşkla gidilir ya habiballah
Aşkla gidilir ya nebiyyallah
Yürü sultanım yol senindir!
Aşk vadisinde mühür senin.
Söz senindir hal senindir.
Muhabbetin adı sensin.
Varlıkların tadı sensin
Yürü ve selamını ilet
Gözü yaşlı ümmetinin
Sensiz bunca yetimin
İlet selamını
Ahir zamanın ahını
Yüceler yücesine ilet
Sultanım
Sen dönerken miraçtan
İlahi hediyelerle
Bizim için miraç olan
Beş vakit namazla,
Bakara suresinin son iki ayetiyle
Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle
Dönerken sen miraçtan
Biz ahir zamandan
Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana
“O söylediyse doğrudur”
Rasulullah söylediyse doğrudur.
Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor
Kainatin kalbini:
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah
Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,
Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye
Etrafını mübarek kıldığımız
Mescid-i aksa’ya götürdü.
Çünkü, işiten ve bilen odur.
Şimdi açın gözlerinizi
Ve mîrâc’a hazırlanın
DURSUN ALİ ERZİNCANLI
**************************************************************
Gözleri göğü tutan bir ışık:
Gülüyor, göklerde kanı kaynaşık…
Feza süzülüyor kirpiklerinden.
Başında bir bulut… Sâhi”!
Yürür, durur, gider, bekler
Bulut değil, yâ İlâhî!
Taç tutuyor O’na gökler…
Ve fikir, dipsiz fikir, ebedilik süresi…
Kum tanesinden küçük, bastığı arz küresi…
Kur’an esrar oluğu
Sonsuzluğun soluğu
İsrâ… gece gitmek… Kur’an da ismi
Bir yolculuk… İsrâ
Zamandan mekandan âzattır cismi
İlahî ibrâ…
Seven, sevilenle buluşmak diler;
En mahrem meclis…
“Geceleyin beni alıp gittiler.”
Ne güzel hadis!..
Çıktı, çıktı.. henk âhenk merdiven…
Her katta bir iş…
Döndürüp yıldızlar üstünde düven
Kat kat yükseliş…
O erişti, nasıl erişsin tabir?..
Had ötesi had…
Bir O, tek kul, bir de sayı üstü BİR
Allah ki, Ehad…
Yolları göklere bağlayan perçin
İnsanlığı Resulden gayrı kimse güdemez
Mukaddes parmak göğe doğru…
Ve ay iki şak;
Vurduğu granit kaya, külden daha yumuşak.
Çukurlarda su kaynar, O’nun oku değince;
Yemek tükenmez olur, O ‘Bismillah’ deyince.
Mucize o iştir ki, bitirilmez saymakla;
Sen bir kafes geçir de şu kâr ışıklı akla;
Gel karanlıkta gör, nur gibi, nur gibi duru,
‘Olur’daki ‘olmaz’la, ‘olmaz’daki ‘olur’u!
Her şey mucize O’nda çehre, kaş, göz ve kirpik;
Yere düşmeyen dua, fezayı saran iplik!
Kurtuluş mührü ayak, Kur’an’a mecrâ ağız…
O ki, âlem o yüzden; O ki, o yüzden varız!..
Asiller içinde asil soy;
İbrahim Resûle varan boy…
Ne zayıf, ne toplu, tam nisbet…
Ortayken uzuna yakın boy…
Benzi mi hem beyaz, hem esmer…
Saçından siyahlık nur emer
Dudaklar bir şiir, kıvrımdan;
Burnundan çok hafif bir kemer.
Ya gözler?.. Madeni siyahın;
Sakalsa, bestesi gümrahın.
Düşün ki ilâhi aşka denk
Çizdiği o çehre Allah’ın
Dişleri yontulmuş âhenkten;
Diş diş nur, diş diş nur, hevenkten,
Ne desin çizgiler ve renkler?..
O bir ruh, çizgiden ve renkten…
Teninin ipekti dokusu;
Yoktu hiç buruşmak korkusu
Elleri değdiği her yerde
Kalırdı günlerce kokusu.
O’dur konuşan O’dur!
Neylesin hitâbelere?
Çit yok yerde ve gökte;
İçte, sessiz cezbeler
Başlarında bir kuş var
Tavrında sahabeler
O kuş ürkmesin diye
Durmuş kalpte darbeler.
Dönmeye başlayalı zaman dedikleri çark;
Gökyüzü ve yeryüzü, şimâl, cenup, garp ve şark,
Görmedi, görmeyecek o söz mucizesini
Batan bir güneş rengi hâlelenmiş sesini,
Allah Resûlü yüz bin sahabiye hitapta…
Çizgi çizgi toplamlar… İslâm büyük hesapta…
O, bir kum tanesine kubbe doğurtan nefes
O, bir ses, bir ses, ölüm perdesini delen ses…
NECİP FAZIL KISAKÜREK